(Bu notun öncesini okumak için tıklayınız: Hz. İsa Notları - 10)
Hz. Yahya Zamanında Yaşayan Kral Erces
Evliyâ Çelebi'nin Seyahatnâme'de anlattığı türlü efsaneleri okurken, hep Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin şu tavsiyesini akılda tutmak gerekiyor:
"İlmin elinden eğer cehlin eline düşse mecaz, eder inkılâb hakîkata, hem açar hurâfâta kapılar" 1
Eski zamanlarda ilk ortaya çıktığında tamâmen bilimsel ve tarihî gerçeklere
uygun bilgiler, halkın dilinde asırlar boyunca başkalaşarak efsânelere ve
mitolojilere dönüşüyor, Evliya Çelebi'nin anlattığı birçok hikâye buna örnek
olabilir, burada cahil olanlar ne Evliyâ Çelebi ne de Said Nursî
Hazretlerinin vâlidesi değildir, mecazi anlatımları ilk defa hakikat olarak
algılayan ve öğreten kuşak hangisi ise cahil olan da onlardır. Çünkü, hem
Evliya Çelebi'nin hem de Said Nursî Hazretlerinin vâlidesinin yaptıkları, öğrendikleri
bilgiyi hiç değişikliğe uğratmadan paylaşmaktan ibâret. Said Nursî
Hazretleri'nin yukarıdaki tespitine geri dönecek olursak, bu tespitine bir
örnek olarak, henüz çocukken annesinden dinlediği bir efsânevî bilgiyi
anlatıyor.
Said Nursî Hazretleri çocukken, bir ay tutulmasına rast gelmiş. Ay, tutulma zamanında, soluk kızıl bir renge bürünüyor. O sırada çocuk olan Said Nursî Hazretleri, annesine sormuş, "Ay'a ne oldu?", vâlidesi de "Yılan yutmuştur" demiş. Bediüzzaman Hazretleri "Peki öyleyse neden hâlâ görünüyor?" demiş. Annesi de "Çünkü oranın yılanları yarı şeffaf olur" demiş. Bediüzzaman Hazretleri şöyle izâh ediyor hakîkati,
"Medâr-ı Şems ve Kamer, tekatu' noktaları olan re's ve zenebde, Arz'ın haylûletiyle bir emr-i İlahî ile münhasif olur Kamer. İki kavs-i mevhûme, tinnîneyn yâd edilmiş, hayalî bir teşbih ile isim, müsemmâ olmuş. Tinnîn ise yılandır." 1
Burada, eski astronomi bilginlerinin yaptıkları hatâyı göz ardı etmek gerekir. onların Güneş'in Dünyâ etrâfında döndüğünü zannetmekle yaptıkları hatâyı elbette Bediüzzaman Hazretleri de biliyordu. Burada, bir astronomi bilgisinin (bu bilginin kendi içinde doğru ya da yanlış olması ihmâl edilerek) zamanla halk dilinde nasıl efsânevî semâvî dev yılanlara dönüşebildiğini görüyoruz. Bâzı mitolojik bilgiler tamâmen uydurma olup, bâzı mitolojiler ve efsâneler ise, bu örnekte görüldüğü gibi mecâzın hakikat olarak algılanması yoluyla efsâneye dönüşmüş olabilir.
Evliya Çelebi'nin Seyahatnâme eseri de işte böyle
mitlerle, efsânelerle dolu. Bu o kitabı değersiz yapmaz. Tam aksine, kitabın
içinde tarihin gizli kalmış bölümlerine dair ipuçları olabilir. Bu ipuçları
efsanelerin içinde gizli. "İşte şu filan kavim de böyle bir rivâyete
inanıyor" mânâsında, Seyahatnâme'de nice garip bilgiler yazar
tarafından rivayet edilmiş. Evliyâ Çelebi, rivâyet ettiği birçok efsâneye
kendisi de inanmıyor. O, eskilerin rivâyetleri kaybolmasın diye, duyduğu her
efsâneyi bize nakletmiş. Zîrâ, kaybolmuş tarih bilgilerinden geriye sadece
efsâneler kaldı. Aynen aşağıdaki alıntıda olduğu gibi, bir efsânenin içinde
tarihe ışık tutacak bir rivâyet var. Efsânelerin hakîkatlerine ulaşmak için de
eldeki gerçeğin bilgisini kullanmaktan başka bir aracımız yok. Bunun başında
Kur'ân-ı Kerîm geliyor.
Evliyâ Çelebi, Erciyes Dağı ile ilgili bize bir rivâyeti naklediyor:
" ‘Hazret-i Yahyâ zamanında Kayser Erces bu şehri yaptığında, eski hekimlerden Falaska adındaki hekim, bu yüksek dağa çıkıp, yetmiş adet zararlı haşeratların şekillerini birer direk üzere yaparak her birine birer tılsım yapar. Onun için bu dağda aslâ zehirli hayvan yoktur’ derler."2
Hazret-i Yahyâ, Meryem oğlu İsâ ile aleyhimüsselâm aynı dönemde yaşadığı ve ona tâbi olduğu için, Hz. Yahya hakkında
bulunabilecek her bilgi, hakikî tarihî İsa'yı aleyhisselâm hakkında bir ipucu oluyor. İkisinden
herhangi birinin siyeri ile ilgili hakikî bilgiler diğerinin siyerini ortaya
çıkarmaya yardım ediyor.
Erces ve Falaska
Kral Erces'i târihte aramaya başlayalım. Bu kral, Erciyes Dağı'nın bulunduğu bölgeye hâkim olan bir kral olmalı. Bu kral zamânında yaşan Falaska adında bir hekim olmalı. Bakmamız gereken ilk asır, M.Ö. 4. asır.
Hz. Yahyâ aleyhisselâm Eflâtun'un yetişkinlik döneminde, yâni M.Ö. 400-350 civârında peygamberlik yaptı. Bu târihte Kapadokya, Ahameniş Pers İmparatorluğu'nun bir eyâletiydi. Devrin Ahameniş şâhının adı, II. Artaserhas idi (M.Ö. 404-358). Plutark'ın naklettiğine göre, II. Artaserhas'ın asıl adı Arsikas (Ἀρσίκας) idi, yine Plutark, onun bir kaynakta adının Oarsis (Ὀάρσης) olduğunu naklediyor. Bu iki isim de Erces ismine benziyor. Peki, Arsikas veya Oarsis ismi, zamanla Erces şeklinde halk dilinde yerleşmiş olabilir mi?
Bir isim farklı bir dilde çok başka bir telâffuza bürünebiliyor. İngilizce James isminin nereden geldiğini inceleyelim: İbranice יעקב ismi, Latince Jacobus ismine, o da zamanla Geç Latince'de Jacomus'a dönüşmüş. İngilizce lîsânında bu isim zamanla James'e dönüşüyor. Dolayısıyla, "yâkob" diye telâffuz edilen bir ismin "ceymz" diye bambaşka bir telâffuz dönüştüğünü görüyoruz. Arsikas veyâ Oarsis isminin bu pencereden bakıldığında, asırlar sonraki Kapadokya halkının dilinde Erces'e dönüşmesi zor değil.
Eskiden İslam kültüründe, bilge insanlara "hekim" deniyordu. Bu kelime ha-kef-mim kökünden türetilmiş. Aynı kökten gelen, "hikmet" kelimesinin anlamlarından birisi de "felsefe". Bu yüzden, filozoflara da hekim deniyordu. Burada hekim, doktor anlamında değil, bilge insan anlamında kullanılıyordu. Seyahatnâme'yi okurken, hekim kelimesine rastladığımızda, bir doktordan değil, bir bilge insandan bahsediliyor. Bu bilge kişi, bugünün dilinde "filozof" olarak nitelendiriliyor olabilir. Eskiden filozoflar bugünkü gibi sâdece felsefe ile uğraşmıyordu. İlm-i nücum, tılsımlar ve bunun gibi garip ilimlerle de ilgileniyorlardı (Mektûbât-ı Rabbânî'de 266. Mektup'ta müceddid bu özelliklerinden bahsediyor).
Sinoplu Diyojen, İskender-i Yunânî'ye "Gölge etme başka ihsan istemem" diyen filozof. Falaska'yı M.Ö. 4. asırda arayalım. Mevlânâ Hazretlerinin övgüsüne mazhar olan Sinoplu Diyojen'in Eginalı Filiskos adında bir talebesi var. Bu zât da bir filozof. Diyojen'in felsefesini benimsemiş bir filozof.
Netîce
Oarsis (Erces) ve Filiskos (Falaska) arasında Erciyes Dağı'nı zararlı haşerattan arındırmak için ne yapılması gerektiğine dâir bir diyalogun yaşanıp yaşanmadığı ve bu diyalogdan sonra gerçekten bir tılsımın oraya yerleştirilip yerleştirilmediği husûsu konumuz açısından önemli değil. Önemli olan, Hz. Yahyâ zamânında Erces adında bir kralın yaşamış olması. II. Artaserhas, ya da gerçek adıyla Oarsis zamanla Erces olarak anılmaya başlamış olabilir. Kesin olan birşey varsa, o da Falaska'nın II. Artaserhas zamânında yaşadığı, bu da II. Artaserhas'ın Erces olduğunu gösteriyor. Bu dönem, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri'nin, Hz. Îsâ'nın yaşadığını söylediği dönemle tam örtüşüyor (yaklaşık olarak M.Ö. 400-350 arası seneler).
Dipnotlar
1) Bediüzzaman Said Nursî, Sözler,
"Lemeât" bölümü, s. 656
2) Evliya Çelebi; Günümüz Türkçesiyle
Evliya Çelebi Seyahatnamesi; 3. Kitap, 2. Cilt, s. 247
Bibliyografya
♦ Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat,
8. Baskı, İstanbul: Nisan 2016; ISBN:975-525-166-9
♦ Evliya Çelebi; Günümüz Türkçesiyle
Evliya Çelebi Seyahatnamesi; 3. Kitap; hazırlayanlar,
Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı; Yapı Kredi Yayınları;
3. Baskı, İstanbul:Haziran 2012;
ISBN:978-975-08-1102-X
(Bu notun sonrasını okumak için tıklayınız: Hz. İsa Notları - 12)


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder