30 Eylül 2017 Cumartesi
28 Eylül 2017 Perşembe
Çalıştığım Almanca Sıfatlar (1-100)
1) halb: yarım, buçuk
2) hellwach: uyanık
3) morgen: sabah
4) durcheinander: kafası karışık
5) schrecklich: çok kötü, korkunç
6) scheußlich: berbat
7) schlecht: kötü
8) verloren: kaybolmuş
9) entsetzlich: berbat, korkunç
10) merkwürdig: garip, tuhaf
12) ungeduldig: sabırsız
13) das Wohnzimmerfenster (çoğul: die Wohnzimmerfenster): oturma odası penceresi
14) verrückt: delice
15) leer: boş
16) los: serbest kalmış, bırakılmış
17) verschlossen: kilitli
18) verlassen: yapayalnız
19) allein: yalnız
5) schrecklich: çok kötü, korkunç
6) scheußlich: berbat
7) schlecht: kötü
8) verloren: kaybolmuş
9) entsetzlich: berbat, korkunç
10) merkwürdig: garip, tuhaf
12) ungeduldig: sabırsız
13) das Wohnzimmerfenster (çoğul: die Wohnzimmerfenster): oturma odası penceresi
14) verrückt: delice
15) leer: boş
16) los: serbest kalmış, bırakılmış
17) verschlossen: kilitli
18) verlassen: yapayalnız
19) allein: yalnız
Borçlar Hukuku Notları - 2
Borçlu, borç ilişkisinde edimin ifasını talep hakkı kendisine yöneltildiği için pasif taraftır. Edimi ifayla yükümlüdür. Borçlu, birden fazla kişiden oluşabilir. Borçlunun birden fazla kişiden oluştuğu durumlarda, borçluluk iki şekilde olabilir:
Kısmi Borçluluk: Her bir borçlu borcun bir kısmından sorumludur.
Müteselsil Borçluluk: Her bir borçlu borcun tamamından sorumludur. TBK m. 162,
"Birden çok borçludan her biri, alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olmayı kabul ettiğini bildirirse, müteselsil borçluluk doğar.
Böyle bir bildirim yoksa, müteselsil borçluluk ancak kanunda öngörülen hâllerde doğar."
Bir borç ilişkisinde mutlaka bir alacaklı taraf olduğu gibi, bir de borçlu taraf vardır. Ancak, bundan, borçlu tarafından aynı zamanda alacaklı taraf olmayacağı sonucu çıkarılmamalıdır. Tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde bir taraf hem alacaklı hem borçlu, diğer taraf hem borçlu hem alacaklı olur. Örneğin, satım sözleşmesi. Bu sözleşmede, satıcı alıcıdan satım bedelini talep etme hakkına sahip olduğu için alacaklıdır, fakat aynı zamanda satım konusu malın mülkiyetini alıcıya devretme borcu altına girdiği için borçludur. Aynı sözleşmede alıcı, satım konusu malın mülkiyetinin kendisine devrini isteme hakkına sahip olduğu için alacaklıdır, fakat aynı zamanda satım konusu malın bedelini alacaklıya ödemekle yükümlü olduğu için borçludur.
Tek tarafa borç yükleyen sözleşmelere örnek olarak ise bağış gösterilebilir.
Borçlu taraf zaman içinde değişebilir. Bu ya hukuksal işlemle ya da kanunda dolayı gerçekleşir. Hukuksal işlemle borçlu tarafın değişmesine örnek olarak, borcun üstlenilmesi (TBK 195), borca katılma (TBK 201), sözleşmeye katılma (TBK 206) gösterilebilir. Kanunda dolayı borçlu tarafın değişmesine örnek olarak, miras (TBK 43, 83, 513), malvarlığı veya işletmenin devri (TBK 202) gösterilebilir.
Borçlu Tarafın Hukuksal İşlemle Değişimi
Borçlu tarafın iradeye dayalı, yani hukuksal işlemle değişimi üç durumda karşımıza çıkar:
Borcun Üstlenilmesi: TBK m. 195'te düzenlenmiştir:
"Borçlu ile iç üstlenme sözleşmesi yapan kişi, borcu bizzat ifa ederek veya alacaklının rızasıyla borcu üstlenerek, borçluyu borcundan kurtarma yükümlülüğü altına girmiş olur.
Borçlu, iç üstlenme sözleşmesinden doğan borçlarını ifa etmedikçe, diğer taraftan yükümlülüğünü yerine getirmesini isteyemez.
Borçlu, borcundan kurtarılmamışsa, diğer taraftan güvence isteyebilir."
Burada alacaklı ile yapılan bir anlaşma sonucu, borçlunun aradan çıkıp yerine başkasının borcu üstlendiğini görürüz. Örneğin A'ya bir inşaat yapmayı üstlenen B, değişen koşullar nedeniyle bu inşaatı kendisinin yerine yapabilecek C'yi öneriyor. A da bunu kabul ediyor. Böylece borçlu B'nin yerini C alıyor.
Borca Katılma: TBK m. 201'de düzenlenmiştir,
Borca katılan ile borçlu, alacaklıya karşı müteselsilen sorumlu olurlar."
"Borca katılma, mevcut bir borca borçlunun yanında yer almak üzere, katılan ile alacaklı arasında yapılan ve katılanın, borçlu ile birlikte borçtan sorumlu olması sonucunu doğuran bir sözleşmedir.
Sözleşmeye Katılma: TBK 206'da düzenlenmiştir,
"Sözleşmeye katılma, mevcut bir sözleşmeye taraflardan birinin yanında yer almak üzere, katılan ile bu sözleşmenin tarafları arasında yapılan ve katılanın, yanında yer aldığı tarafla birlikte, onun hak ve borçlarına sahip olması sonucunu doğuran bir anlaşmadır.
Anlaşmada aksi kararlaştırılmamışsa, sözleşmeye katılan ile yanında yer aldığı taraf, sözleşmenin diğer tarafına karşı müteselsilen alacaklı ve borçlu olurlar.
Sözleşmeye katılmanın geçerliliği, katılma konusu sözleşmenin şekline bağlıdır."
Borçlu Tarafın Kanundan Dolayı Değişimi
Borçlu tarafın kanunda dolayı değişmesi iki durumda karşımıza çıkmaktadır. Birinci durum mirastır. MK 599'a göre ölenin borçları, mirası reddetmemiş mirasçılara intikal eder. Mirası reddetmemiş mirasçı, ileriki bir zamanda miras bırakandan kendisine aktiften çok pasif kaldığını öğrenmesi durumunda (borçlarının alacaklarından fazla olduğunu öğrendiğinde), mirası reddedemez. MK 599,
"Mirasçılar, mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kazanırlar.
Kanunda öngörülen ayrık durumlar saklı kalmak üzere mirasçılar, mirasbırakanın aynî haklarını, alacaklarını, diğer malvarlığı haklarını, taşınır ve taşınmazlar üzerindeki zilyetliklerini doğrudan doğruya kazanırlar ve mirasbırakanın borçlarından kişisel olarak sorumlu olurlar.
Atanmış mirasçılar da mirası, mirasbırakanın ölümü ile kazanırlar. Yasal mirasçılar, atanmış mirasçılara düşen mirası onlara zilyetlik hükümleri uyarınca teslim etmekle yükümlüdürler."Bu durumun istisnası şudur, şahsen ifası gereken bir edim söz konusuysa ölüm borcu sonlandırır. TBK m. 83'e göre "borcun bizzat borçlu tarafından ifa edilmesinde alacaklının menfaati bulunmadıkça, borçlu borcunu şahsen ifa etmekle yükümlü değildir" denmektedir. Örneğin Doktor A ile Hasta B, ameliyat konusunda anlaştılar ve B parayı peşin verdi. Sonra A, ameliyatı gerçekleştiremeden öldü. Bu durumda B, A'nın mirasçısından ameliyatı gerçekleştirmesini talep edemez. Çünkü burada şahsen ifası gereken bir edim söz konusudur.
Borçlu tarafın kanundan dolayı değişmesinde ikinci durumu, malvarlığı veya işletmenin devri oluşturur. TBK 202'de düzenlenmektedir,
"Bir malvarlığını veya bir işletmeyi aktif ve pasifleri ile birlikte devralan, bunu alacaklılara bildirdiği veya ticari işletmeler için Ticaret Sicili Gazetesinde, diğerleri için Türkiye genelinde dağıtımı yapılan gazetelerden birinde yayımlanacak ilanla duyurduğu tarihten başlayarak, onlara karşı malvarlığındaki veya işletmedeki borçlardan sorumlu olur.
Bununla birlikte, iki yıl süreyle önceki borçlu da devralanla birlikte müteselsil borçlu olarak sorumlu kalır. Bu süre, muaccel borçlar için, bildirme veya duyuru tarihinden; daha sonra muaccel olacak borçlar için ise, muacceliyet tarihinden işlemeye başlar.
Borçların bu yoldan üstlenilmesinin sonuçları, dış üstlenme sözleşmesinden doğan sonuçlarla özdeştir.
Bildirme veya ilanla duyurma yükümlülüğü devralan tarafından yerine getirilmedikçe, ikinci fıkrada öngörülen iki yıllık süre işlemeye başlamaz."
27 Eylül 2017 Çarşamba
Borçlar Hukuku Notları - 1
Borçlar Hukukunun Konusu ve Kaynakları
Borç İlişkileri
İnsanların birlikte yaşamaları nedeniyle sayısız sosyal ilişkileri vardır. Hukuk bir sosyal düzen kuralıdır, sosyal ilişkileri düzenleyen ve yaptırımı bulunan kurallar topluluğudur. Sayısız sosyal ilişkilerden doğan uyuşmazlıkları hangi hukuk disiplini çözer sorusu bizi hukukun dalları ayrımına götürür. Kamu hukuku ve özel hukuk olmak üzere ikili bir ayrım yapılmıştır. Eşitler arası ilişkilerdeki uyuşmazlıklar özel hukukun alanıdır. Borçlar hukuku, eşitler arası sosyal ilişkileri düzenlediği için özel hukukta yer alır.
Borçlar hukukunun konusu borç ilişkileridir. Bir sosyal ilişki, borç ilişkisi ise çözüm borçlar hukukundadır.
Borç İlişkisinin Unsurları
Borç ilişkisinin unsurları, alacaklı, borçlu ve edimdir.
Borç İlişkisi: Bir taraf alacaklı, diğer taraf borçlu olan ve edim adını verdiğimiz borç unsurunu içeren bir sosyal ilişkidir. Borç ilişkisinin taraflarına ilişkin unsurlar, borç ilişkisinin süjeleri, alacaklı ve borçludur. Borç ilişkisinin konusuna ilişkin unsur, borç ilişkisinin objesi ise edimdir.
Borç ilişkisinin süjeleri kişilerdir (gerçek veya tüzel kişi olabilir). Kişilik gerçek kişilerde sağ ve tam doğumla başlar (MK m. 28, "Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar ve ölümle sona erer. Çocuk hak ehliyetini, sağ doğmak koşuluyla, ana rahmine düştüğü andan başlayarak elde eder"). Burada aklımıza şöyle bir soru gelebilir, yeni doğmuş bir çocuk kendisine yapılan bağış sözleşmesiyle taşınmazın sahibi olabilir mi? İşte bu durumda bir borç ilişkisinde taraf olma ile, bu borç ilişkisinin kurulabilmesi için gerekli işlemleri bizzat yapabilme ehliyetini birbirinden ayırt etmek gerekir. Borç ilişkisinde taraf olabilmek için kişiliğin başlamış olması, yani hak ehliyetine ve taraf ehliyetine sahip olmak yeterlidir. Borç ilişkisinin kurulabilmesi için gerekli işlemleri bizzat yapabilmek için ise hak ehliyetinin yanı sıra fiil ehliyetine sahip olmak gerekmektedir.
Tüzel kişiler kuruldukları andan itibaren hak ehliyetine sahip olurlar. Bir tüzel kişi henüz kurulmadan önce borç altına sokulamaz. Ancak tüzel kişi kurulduktan sonra, yetkili organların kararıyla, kuruluştan önceki aşamadaki borç ilişkisini kabul edebilir. Ancak Türk Ticaret Kanunu'nda bu konu ile ilgili bir istisna bulunmaktadır. Buna göre bir anonim şirketin kuruluşundan önceki aşamada şirket adına bir borç ilişkisi kuranlar bundan dolayı şahsen ve müteselsilen sorumludurlar. Ancak şirket kurulup ticaret siciline kaydedildikten sonraki üç ay içinde şirket tarafından bu borç ilişkisi kabul edilirse, şirket bundan dolayı şahsen sorumlu olacaktır. TTK m. 355/2,
"Tescilden önce şirket adına işlem yapanlar ve taahhütlere girişenler, bu işlem ve taahhütlerden şahsen ve müteselsilen sorumludurlar. Ancak, işlem ve taahhütlerin, ileride kurulacak şirket adına yapıldığı açıkça bildirilmiş ve şirketin ticaret siciline tescilinden sonra üç aylık süre içinde bu taahhütler şirket tarafından kabul olunmuşsa, yalnız şirket sorumlu olur."
Kısacası, ileride kurulacak bir anonim şirket için borç ilişkisi tahsis edilebilir.
Hayvan, borç ilişkisinin tarafı olamaz. Kimsesi olmayan zengin bir ihtiyar, "ben öldükten sonra tüm malvarlığımı köpeğime devrediyorum" diyemez.
Alacaklı
Borç ilişkisinde edimin ifasını talep yetkisine sahip olduğu için borç ilişkisinin aktif tarafıdır. Alacaklı birden fazla olabilir.
Kısmi Alacaklılık: Her bir alacaklı, alacağın kendisine ait kısmının ifasını talep eder.
Müteselsil Alacaklılık: Her bir alacaklı, alacağın tamamının ifasını isteyebilir. Borçlu borcunu, alacağın tamamının ifasını isteyen alacaklılardan birisine ifa ettiğinde, diğer alacaklıların taleplerinden kurtulur.
Alacaklı taraf zaman içerisinde değişebilir. Ama borç ilişkisinin niteliği değişmez. Alacaklı taraf:
- Hukuksal işlem sonucunda (alacağın devri, TBK m. 183; sözleşmenin devri, TBK m. 205; sözleşmeye katılma, TBK m. 206)
- Kanundan dolayı (miras)
- Mahkeme kararıyla
değişebilir.
Borç ilişkisi kurulduktan sonra alacaklı tarafta değişiklikler ortaya çıkabilir. Bu durum alacaklının iradesinden yani hukuksal işlem sonucundan, kanundan ya da mahkeme kararından kaynaklanabilir.
Hukuksal işlem sonucunda alacaklı tarafın değişmesini üç durumda görüyoruz.
Alacağın Devri: Alacağın devri (temliki), BK m. 183,
"Kanun, sözleşme veya işin niteliği engel olmadıkça alacaklı, borçlunun rızasını aramaksızın alacağını üçüncü bir kişiye devredebilir.
Borçlu, devir yasağı içermeyen yazılı bir borç tanımasına güvenerek alacağı devralmış olan üçüncü kişiye karşı, alacağın devredilemeyeceğinin kararlaştırılmış bulunduğu savunmasını ileri süremez."
Burada alacaklı taraf, alacağını tamamen veya kısmen bir başkasına temlik etmektedir. Bu durumda alacaklının yerini, bu alacağı devralan kişi almaktadır.
Sözleşmenin Devri: BK m. 205 (818 sayılı Borçlar Kanunu'nda karşılığı olmayan, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nda yer alan bir madde),
"Sözleşmenin devri, sözleşmeyi devralan ile devreden ve sözleşmede kalan taraf arasında yapılan ve devredenin bu sözleşmeden doğan taraf olma sıfatı ile birlikte bütün hak ve borçlarını devralana geçiren bir anlaşmadır.
Sözleşmeyi devralan ile devreden arasında yapılan ve sözleşmede kalan diğer tarafça önceden verilen izne dayanan veya sonradan onaylanan anlaşma da, sözleşmenin devri hükümlerine tabidir.
Sözleşmenin devrinin geçerliliği, devredilen sözleşmenin şekline bağlıdır.
Kanundan doğan halefiyet hâlleri ile diğer özel hükümler saklıdır."
Sözleşmeye Katılma: BK m. 206 (818 sayılı Borçlar Kanunu'nda karşılığı olmayan, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nda yer alan bir madde),
"Sözleşmeye katılma, mevcut bir sözleşmeye taraflardan birinin yanında yer almak üzere, katılan ile bu sözleşmenin tarafları arasında yapılan ve katılanın, yanında yer aldığı tarafla birlikte, onun hak ve borçlarına sahip olması sonucunu doğuran bir anlaşmadır.
Anlaşmada aksi kararlaştırılmamışsa, sözleşmeye katılan ile yanında yer aldığı taraf, sözleşmenin diğer tarafına karşı müteselsilen alacaklı ve borçlu olurlar.
Sözleşmeye katılmanın geçerliliği, katılma konusu sözleşmenin şekline bağlıdır."
Kanundan dolayı alacaklı tarafın değişmesinin yaygın halini miras oluşturur. Ölen bir kişinin alacakları, mirası reddetmemiş olan mirasçılarına geçer. Bu durumda alacaklı tarafın yerini, kanundan dolayı, mirası reddetmemiş mirasçıları almaktadır.
Alacaklı tarafın değişmesi bir mahkeme kararına da dayanabilir.
Medeni Kanun'a göre eşler, evlilik birliğinin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar. Eşlerden biri bu yükümlülüğünü yerine getirmezse, hakim evlilik birliğinin korunması amacıyla gerekli önlemleri alabilir. Bu önlemler arasında, yükümlülüğünü yerine getirmeyen eşin borçlularının bundan böyle ödemeyi tamamen veya kısmen diğer eşe yapmaları kararının verilmesi de yer almaktadır. MK m. 198,
(Bu notun devamını okumak için tıklayınız: Borçlar Hukuku Notları - 2)
"Eşlerden biri, birliğin giderlerine katılma yükümlülüğünü yerine getirmezse, hâkim onun borçlularına, ödemeyi tamamen veya kısmen diğer eşe yapmalarını emredebilir."
Ceza Hukuku Notları - 2
(Bu notun öncesindeki notu okumak için tıklayınız: Ceza Hukuku Notları - 1)
Bu sayfada on adet ceza hukuku önermesini ve doğru olup olmadıklarını ve cevaplarını bulacaksınız.
01) Aşağıdaki önerme yanlıştır.
Bu sayfada on adet ceza hukuku önermesini ve doğru olup olmadıklarını ve cevaplarını bulacaksınız.
01) Aşağıdaki önerme yanlıştır.
“Eksik ceza normları yalnızca kural kısmından oluşur fakat kural güncel değildir ve idarenin düzenleyici işlemleriyle somutlaştırılmaya muhtaçtır.”
Eksik
ceza normlarında ya sadece kural ya da sadece müeyyide düzenlenmiştir. Yani,
eksik ceza normları sadece ceza normundan (kuraldan) oluşmaz.
02) Aşağıdaki
önerme doğrudur.
“Emrin hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde de verilen emrin biçimsel açıdan hukuka uygun olup olmadığının denetlenmesi gerekir.”
Amirin
emrinin bir hukuka uygunluk nedeninin olabilmesi için birinci olarak bir emir
verilmiş olmalıdır. İkinci olarak ise emir meşru olmalıdır. Meşruluk biçimsel
ve içerik yönünden olabilir. Eğer emrin konusu hukuka aykırılığı bünyesinde
barındırıyor ve memurun, konusu yönünden meşruluk araştırma hakkı yoksa bile biçimsel
yönden bunu incelemelidir. Örneğin, “Emri veren makam yetkili midir?”
03) Aşağıdaki
önerme yanlıştır.
“Failin bir kimseyi kasıtlı olarak çok kısa aralıklarla üç bıçak darbesi ile yaralaması halinde üç ayrı kasten yaralama söz konusu olur.”
Çok
kısa aralıklarla eylem yapıldığı için burada tek suç vardır. Ayrıca adam
öldürme suçu ani suçtur. Eğer burada pasif süje öldüyse, fail üç bıçak
darbesinden değil kasten öldürmeden sorumlu olacaktır.
04) Aşağıdaki önerme yanlıştır.
“Fiili suç olmaktan çıkaran kanun, kesinleşmiş ve infazına başlanmış hükümler bakımından uygulanmaz.”
TCK m. 7/1 uygulanır.
Buna göre, işlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir
fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri
uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve
kanuni neticeleri kendiliğinden kalkar.
05) Aşağıdaki önerme doğrudur.
“Geçici veya süreli kanunlar, yürürlükte bulundukları süre içinde işlenmiş olan suçlar hakkında uygulanmaya devam eder.”
Geçici ceza yasaları belirli bir dönemde yürürlükte olan
ceza yasalarıdır. Süreli ceza yasaları ise yürürlükte kalacakları zaman açıkça
düzenlenmiş olan ceza yasalarıdır. Lehe olanın geçmişe uygulanması kuralı
geçici ve süreli yasalar yönünden geçerli değildir. Buna göre, geçici veya
süreli yasaların yürürlükte bulundukları süre içinde işlenmiş olan suçlar
hakkında uygulanmasına devam edilir (TCK md 7/4).
06) Aşağıdaki
önerme doğrudur.
“Hedefin veya amacın tek olması her zaman hareketin tek olarak kabul edilmesini gerektirmez.”
Hedefin
veya amacın tek olması her zaman hareketin de tek olmasını gerektirmez. Çünkü
bir tek hedefe veya amaca birden çok hareketle de ulaşılabilir. Örneğin bir
kimsenin itibarını zedelemek için çeşitli vesilelerle o kimse hakkında iftirada
bulunanın hareketlerinde olduğu gibi. Bu itibarla hareketin tek olması için
hedefin tek olması yeterli değildir. Bu ölçütün bir başka ölçütle tamamlanması
gerekir.
07) Aşağıdaki
önerme doğrudur.
“Hırsızlık suçunun kanuni tanımında yer alan “yarar sağlama maksadı” ifadesi bu suçun özel kast ile işlenebilen bir suç olduğunu göstermektedir.”
Kast,
genel kast ve özel kast olmak üzere iki şekilde işlenebilir. Özel kastın yer
aldığı suçlar olası kastla işlenemez. Hırsızlıkta da özel kast vardır. Rızası
olmadan başkasının malını alma ve başkasının malından faydalanma amacı gütme,
hırsızlığın unsurlarıdır. Başkasının malından faydalanma amacı gütme, özel
kasttır.
08) Aşağıdaki önerme doğrudur.
“Hukuka uygunluk nedenleri, suç fiilinin olumsuz (negatif) nitelikte unsurlarıdır.”
Bir suçun olması için olumlu unsur tipiklik, olumsuz unsur
ise hukuka uygunluk nedenlerinin olmamasıdır. Hukuka uygunluk nedeni, failin
suç tanımına uygun eylemi ile hukuk düzeni arasındaki çatışmayı ortadan
kaldıran nedendir. Hukuka uygunluk nedenlerinin bulunması durumunda, eylem
hukuka uygun olduğu için suç da oluşmaz.
09) Aşağıdaki
önerme doğrudur.
“Hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın kasten aşılması halinde fail fiilinden dolayı kasten sorumlu olur.”
Hukuka
uygunluk nedenlerinde sınır mazur görülebilecek korku ve heyecanla aşılırsa
ancak o durumda mazur olarak değerlendirilir (TCK m. 27/2).
10) Aşağıdaki
önerme yanlıştır.
“İnsan öldürme suçunun mağduru (pasif süjesi) ölen kimsenin yakınlarıdır.”
Suçun
mağduru ile suçtan zarar görenler birbiri ile karıştırılmamalıdır. Suçun
mağduru, ceza normu tarafından korunan ve suç tarafından ihlal edilen, yani
suçun hukuki konusunu oluşturan varlığın veya menfaatin sahibidir. Suçtan zarar
görenler ölenin yakınlarıdır.
Medeni Usul Hukuku Notları - 1
Medeni usul hukuku, yargılama hukuku usul hükümleri içerisinde yer alan bir derstir. Yargılama hukuku bir bütün, bu bütünün bir oarçası da medeni usul hukukudur. Medeni usul hukuku, özel hukuk disiplinleri ile sıkı bir ilişki içerisindedir. Şekle uyulmadığı sürece hakkın korunması, tanınması, tespiti, yerine getirilmesi mümkün olamaz. Usul hukuku maddi hukuktan kaynaklanan hakların tanınmasını ve yerine getirilmesini, maddi gerçekliğe uygun bir biçimde ortaya konmasını hedefleyen bir disiplindir.
Usul hukuku davanın açılmasıyla başlar. Dava sonucu verilen hükmün kural şekli anlamda kesinleşmesiyle usul hukuku süreci son bulur. 1 Ekim 2011 tarihinden itibaren yeni 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girdi.
Yeni HMK üç dereceli yargı sistemi düzenlemektedir.
1) İlk Derece Mahkemeleri
2) Bölge Adliye Mahkemeleri
3) Temyiz Mahkemeleri
İlk derece mahkemelerinin kararlarına karşı ikinci derece yargı yeri olarak istinaf mahkemeleri (bölge adliye mahkemeleri) düzenlenmiştir. Üçüncü ve en üst derece yargılama merci Yargıtay'dır.
Devletin üç temel işlevi vardır:
- Yasama işlevi
- Yürütme işlevi
- Yargı işlevi
Yargı işlevi, devletin diğer iki işlevine nazaran daha ayrıcalıklıdır. Çünkü hukuk devletinde yargı, hem yasamanın işlemlerinin hem de yürütmenin işlemlerinin hukuka uygunluğunu sağlamasını gerçekleştiren güçtür. Yargı yetkisi Türk Milleti adına bağımsız mahkemeler aracılığıyla kullanılır.
Yargı işlevini tanımlamada iki ölçüt vardır:
a) Organik (Şekli) Ölçüt
Faaliyette bulunan makamı ölçüt alır. Faaliyette bulunan makam mahkemeyse, mahkemelerin tüm işlemleri yargısaldır. Bir idari makam faaliyette bulunuyorsa, tüm işlemleri idaridir. Aslında mahkemelerin yargısal nitelik taşımayan idari nitelikte bazı faaliyetleri vardır. Örneğin, kalem personelinin yönetimi. Bu ölçüt yargı işlevinin tanımlanmasında yeterli bir ölçüt oluşturmaz. Ancak başlangıç seviyesinde bir açıklama yapmaktadır. Şekli ölçütün yetersizliği karşısında işlevin niteliğini baz alan maddi ölçüt geliştirilmiştir.
b) Maddi Ölçüt
Anayasa Mahkemesi, anayasa hukukçuları ve idare hukukçularına göre yargı işlevi, bağımsız ve tarafsız yargı organlarınca hukuki uyuşmazlıklarla hukuka aykırılık iddialarının yargısal usullere uyulmak suretiyle hukuk düzenine ait bir normun uygulanması sonucu kesin bir biçimde çözüme kavuşturulması faaliyetidir.
Bu tanımlama, usul hukukuna göre sağlıklı bir tanımlama değildir. Çünkü:
- Hukuki uyuşmazlık kavramı çekişmeli yargıyı baz almakta, çekişmesiz yargıyı kapsamamaktadır.
- Medeni usul hukukunda çekişmesiz yargı kararları ilke olarak kesin hüküm içermez.
Kesin hüküm, kararın iptal edilemezliği, değişmezliği demektir.
c) Karma ölçüt
Bağımsız ve tarafsız yargı organlarınca yargısal usullere uyulmak sureti ile soyut bir hukuk kuralının somut bir olay ya da ilişkiye uygulanması faaliyetine yargı işlemi denir. Bu tanım hem çekişmeli yargıyı hem de çekişmesiz yargıyı kapsar. Bağımsızlık ve tarafsızlık unsurlarından birisi yoksa hukuki güvenlik yoktur, bunlar yargıyı yürütmeden ayırır.
- Yargı işlevi, hiçbir hiyerarşiye dahil olmayan, bağımsız ve tarafsız yargı organları aracılığıyla yerine getirildiği halde yürütme işlevi, bürokratik ve hiyerarşik idari düzen içerisinde yer alan kamu görevlilerince yerine getirilir.
- Yargı işlevinin yerine getirilmesinde yargısal usuller geçerlidir. İdari işlevin yerine getirilmesinde idari usuller geçerlidir. İdari yargı usulü ile idari usuller farklıdır. İdari yargı usulü, işlemin denetlenmesi sırasında tabi olunan usullerken, idari usuller, işlemin yapılması sırasındaki usullerdir.
- Yargı işlevini yerine getiren hakim, hakkında karar verdiği hukuki ilişkide üçüncü kişi konumundadır. Bu hakimin temel niteliği bağımsızlığı ve tarafsızlığıdır. Alınan kararın objektifliği için bu şarttır. İdari işleme karşı yargı yoluna başvurulması halinde işlemi gerçekleştiren kamu görevlisi, içinde yer aldığı idari birimle birlikte taraf konumundadır.
Yargı işlevinin birbirini tamamlayan ve birbiriyle ilişki içinde bulunan iki önemli boyutu vardır:
- Yargısal denetim boyutu, hukuk düzeninin gerçekleşmesini ve devamlılığını sağlar.
- Hukuksal korunma (hukuki himaye) boyutu, bireylere ait sübjektif hakların gerçekleştirilmesini ve korunmasını hedef alır.
Nitelik ve özellikleri birbirine benzeyen hukuki uyuşmazlıkların aynı üst yapı içerisinde örgütlenen yargı yerlerince çözüme kavuşturulmasından kaynaklanan kümeleşme, yargı çeşitlerini (yargı kollarını ya da yargı yollarını) ortaya çıkarmıştır.
Türkiye'de yargı çeşitleri şunlardır:
- Anayasa Yargısı: Anayasa Mahkemesi'nde görülür. Tek derecelilik esası vardır.
- İdari Yargı
- Adli Yargı: Medeni yargı ve ceza yargısı olmak üzere iki alt kola ayrılır.
- Uyuşmazlık Yargısı
- Seçim Yargısı
- Hesap Yargısı: Sayıştay'da görülür. Tek derecelilik esası vardır.
- Askeri Yargı: Askeri idari yargı ve askeri ceza yargısı olmak üzere iki alt kola ayrılır.
Bir mahkemenin yargı işlevini yerine getirmeye yetkili olduğu coğrafi alana yargı çevresi denir.
Usul hukuku davanın açılmasıyla başlar. Dava sonucu verilen hükmün kural şekli anlamda kesinleşmesiyle usul hukuku süreci son bulur. 1 Ekim 2011 tarihinden itibaren yeni 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girdi.
Yeni HMK üç dereceli yargı sistemi düzenlemektedir.
1) İlk Derece Mahkemeleri
2) Bölge Adliye Mahkemeleri
3) Temyiz Mahkemeleri
İlk derece mahkemelerinin kararlarına karşı ikinci derece yargı yeri olarak istinaf mahkemeleri (bölge adliye mahkemeleri) düzenlenmiştir. Üçüncü ve en üst derece yargılama merci Yargıtay'dır.
Yargı, Mahkeme Kavramı
Devletin üç temel işlevi vardır:
- Yasama işlevi
- Yürütme işlevi
- Yargı işlevi
Yargı işlevi, devletin diğer iki işlevine nazaran daha ayrıcalıklıdır. Çünkü hukuk devletinde yargı, hem yasamanın işlemlerinin hem de yürütmenin işlemlerinin hukuka uygunluğunu sağlamasını gerçekleştiren güçtür. Yargı yetkisi Türk Milleti adına bağımsız mahkemeler aracılığıyla kullanılır.
Yargı işlevini tanımlamada iki ölçüt vardır:
a) Organik (Şekli) Ölçüt
Faaliyette bulunan makamı ölçüt alır. Faaliyette bulunan makam mahkemeyse, mahkemelerin tüm işlemleri yargısaldır. Bir idari makam faaliyette bulunuyorsa, tüm işlemleri idaridir. Aslında mahkemelerin yargısal nitelik taşımayan idari nitelikte bazı faaliyetleri vardır. Örneğin, kalem personelinin yönetimi. Bu ölçüt yargı işlevinin tanımlanmasında yeterli bir ölçüt oluşturmaz. Ancak başlangıç seviyesinde bir açıklama yapmaktadır. Şekli ölçütün yetersizliği karşısında işlevin niteliğini baz alan maddi ölçüt geliştirilmiştir.
b) Maddi Ölçüt
Anayasa Mahkemesi, anayasa hukukçuları ve idare hukukçularına göre yargı işlevi, bağımsız ve tarafsız yargı organlarınca hukuki uyuşmazlıklarla hukuka aykırılık iddialarının yargısal usullere uyulmak suretiyle hukuk düzenine ait bir normun uygulanması sonucu kesin bir biçimde çözüme kavuşturulması faaliyetidir.
Bu tanımlama, usul hukukuna göre sağlıklı bir tanımlama değildir. Çünkü:
- Hukuki uyuşmazlık kavramı çekişmeli yargıyı baz almakta, çekişmesiz yargıyı kapsamamaktadır.
- Medeni usul hukukunda çekişmesiz yargı kararları ilke olarak kesin hüküm içermez.
Kesin hüküm, kararın iptal edilemezliği, değişmezliği demektir.
c) Karma ölçüt
Bağımsız ve tarafsız yargı organlarınca yargısal usullere uyulmak sureti ile soyut bir hukuk kuralının somut bir olay ya da ilişkiye uygulanması faaliyetine yargı işlemi denir. Bu tanım hem çekişmeli yargıyı hem de çekişmesiz yargıyı kapsar. Bağımsızlık ve tarafsızlık unsurlarından birisi yoksa hukuki güvenlik yoktur, bunlar yargıyı yürütmeden ayırır.
Yargı İşlevi - İdari İşlev Farkları
- Yargı işlevi, hiçbir hiyerarşiye dahil olmayan, bağımsız ve tarafsız yargı organları aracılığıyla yerine getirildiği halde yürütme işlevi, bürokratik ve hiyerarşik idari düzen içerisinde yer alan kamu görevlilerince yerine getirilir.
- Yargı işlevinin yerine getirilmesinde yargısal usuller geçerlidir. İdari işlevin yerine getirilmesinde idari usuller geçerlidir. İdari yargı usulü ile idari usuller farklıdır. İdari yargı usulü, işlemin denetlenmesi sırasında tabi olunan usullerken, idari usuller, işlemin yapılması sırasındaki usullerdir.
- Yargı işlevini yerine getiren hakim, hakkında karar verdiği hukuki ilişkide üçüncü kişi konumundadır. Bu hakimin temel niteliği bağımsızlığı ve tarafsızlığıdır. Alınan kararın objektifliği için bu şarttır. İdari işleme karşı yargı yoluna başvurulması halinde işlemi gerçekleştiren kamu görevlisi, içinde yer aldığı idari birimle birlikte taraf konumundadır.
Yargı İşlevinin Boyutları
Yargı işlevinin birbirini tamamlayan ve birbiriyle ilişki içinde bulunan iki önemli boyutu vardır:
- Yargısal denetim boyutu, hukuk düzeninin gerçekleşmesini ve devamlılığını sağlar.
- Hukuksal korunma (hukuki himaye) boyutu, bireylere ait sübjektif hakların gerçekleştirilmesini ve korunmasını hedef alır.
Yargı Çeşidi
Nitelik ve özellikleri birbirine benzeyen hukuki uyuşmazlıkların aynı üst yapı içerisinde örgütlenen yargı yerlerince çözüme kavuşturulmasından kaynaklanan kümeleşme, yargı çeşitlerini (yargı kollarını ya da yargı yollarını) ortaya çıkarmıştır.
Türkiye'de yargı çeşitleri şunlardır:
- Anayasa Yargısı: Anayasa Mahkemesi'nde görülür. Tek derecelilik esası vardır.
- İdari Yargı
- Adli Yargı: Medeni yargı ve ceza yargısı olmak üzere iki alt kola ayrılır.
- Uyuşmazlık Yargısı
- Seçim Yargısı
- Hesap Yargısı: Sayıştay'da görülür. Tek derecelilik esası vardır.
- Askeri Yargı: Askeri idari yargı ve askeri ceza yargısı olmak üzere iki alt kola ayrılır.
Yargı Çevresi
Bir mahkemenin yargı işlevini yerine getirmeye yetkili olduğu coğrafi alana yargı çevresi denir.
Eşya Hukuku Notları - 3
(Bu notun öncesindeki notu okumak için tıklayınız: Eşya Hukuku Notları - 2)
Ayni hakların sayısı, tipi ve içerikleri kanunla belirlenmiştir. Ayni haklar:
- Mülkiyet hakkı
- İrtifak hakları
- Rehin hakkı
- Taşınmaz yükü
olmak üzere dört çeşittir.
a) Mülkiyet Hakkı
Sahibine eşya üzerinde en geniş hakimiyeti veren haktır. Tam ayni haktır. Roma hukukundan günümüze kadar kullanılmıştır. Türk hukukunda mülkiyetten başka tam ayni hak yoktur.
b) İrtifak Hakları
Bu haklar sahibine eşya üzerinde ya yalnız kullanma, ya yalnız yararlanma ya da hem kullanma hem yararlanma yetkisi verir. Bu haklar çoğu zaman sahibine başkasının taşınmazı üzerinde yararlanma yetkisi verir.
Kanun koyucu sınırlı ayni hakları, malikine eşya üzerindeki hakların hepsini değil sınırlı kısmını veren haklar olarak düzenlemiştir. İrtifak hakkı, taşınmaz yükü ve rehin hakkı, sınırlı ayni haklardır. Kanun koyucu sınırlı ayni hakları düzenlerken içerikleri ve süreleri arasında bir denge kurarak düzenlemiştir. İrtifak hakkının sahibine sağladığı yarar ne kadar az ise süresi de o kadar uzun, ya da sağladığı yarar ne kadar geniş ise süresi de o kadar kısa tutulmuştur.
Sağladığı yararlanmanın şekli bakımından irtifak hakları olumlu, olumsuz ve karma irtifak hakları olmak üzere üçe ayrılır. Olumlu irtifak haklarında hak sahibinin eşyadan yararlanması aktif bir faaliyette bulunmak suretiyle gerçekleşir. Eğer taşınmaz malikinin kendisine tanınan bazı yetkileri kullanmaması şeklinde gerçekleşiyorsa, bu da olumsuz bir irtifak hakkıdır. Olumlu irtifak hakkında malike düşen yükümlülük kendisine ait eşyanın başkası tarafından kullanılmasına katlanmak, olumsuz irtifak hakkında ise kendisine tanınan yetkileri kullanmaktan kaçınmaktır.
İrtifak hakları, el değiştirip değiştirmemelerine göre şahsa bağlı veya eşyaya bağlı irtifak hakkı olarak ikiye ayrılır. Şahsa bağlı irtifak hakları, düzenli, düzensiz ve diğer irtifak hakları olmak üzere üçe ayrılır. Düzenli irtifaklar başkasına devredilemezler. Düzensiz irtifaklar başkalarına devredilebilir. Diğer irtifak hakları ise aksi kararlaştırılmadıkça başkalarına devredilemezler (MK 838).
c) Rehin Hakları
Rehin hakkı, sahibine (alacaklıya) rehin konusu şeyi, alacağı ödenmediği takdirde sattırarak alacağını elde etme yetkisi verir. Kanun koyucu rehin haklarını ikili ayrım yaparak düzenlemiştir.
Kanun koyucu taşınmaz rehnini esas almıştır. Taşınmaz rehninde ipotekli borç senedi ve irat senedi uygulama alanı bulmaz. Taşınır rehni teslim şartlı ve teslim şartı olmaksızın olmak üzere iki şekilde düzenlenmiştir. MK 939'da rehin konusu eşyanın alacaklıya devri ile rehnin kurulacağı düzenlenmiştir. Bu durum, taşınır malların bazılarında kurulan rehin hakkında problem çıkarabilir. Örneğin hayvan rehninde kredi alındığında, normal şartlarda rehin alınan hayvanların kredi alınan bankaya bırakılması gerekir. Kanun koyucu bu gibi zorlukları dikkate alarak, bunların bir sicile kaydedilmesi yoluyla, rehin edilmiş saymıştır (MK 940/2).
d) Taşınmaz Yükü
Taşınmaz yükünde, gayrimenkulden elde edilecek semerelere hak sahibine bazı edimlerde bulunulmasını isteme ve bu edimler yerine getirilmediğinde hak sahibine yükümlüye gayrimenkulü paraya çevirterek kıymetinden alacağını tahsil etme yetkisi verir. Örnek; A, B lehine su yollarının bakımını üstleniyor. A, su yollarının bakımını yapmadığı zaman B, A'nın taşınmazının satılarak zararının giderilmesini isteyebilir. Bu mecburiyet A'nın taşınmazını alana da geçer. Çünkü bu, eşyaya bağlı bir borçtur.
a) Konusu Eşya Olan Ayni Haklar
Ayni haklar menkul ve gayrimenkul esasına göre düzenlenmiştir. Bu ayrımın başlıca hukuki sonuçları vardır. İlk olarak, menkullerde aleniyet zilyetlikle, gayrimenkullerde ise tapu sicili ile sağlanır. Menkullerde ayni hakkın kazanılması zilyetliğin tesisi, gayrimenkullerde ise tapu siciline tescil ile olur. Menkul davası sadece menkuller için açılır. Gayrimenkullerde benzeri bir dava açılamaz.
b) Konusu Eşya Olmayan Ayni Haklar
Örnek; alacak hakkı üzerinde kurulan rehin hakkı, tereke üzerinde kurulan intifa hakkı, elektrik enerjisinde kurulan mülkiyet hakkı gibi.
a) Şahsa Bağlı Ayni Haklar
Şahsa bağlı ayni haklar, belirli bir kimsenin lehine kurulan irtifaklar veya taşınmaz yükünden ibarettir. Bu haklar belirli bir süre ile veya lehine kurulduğu şahsın ömrüyle sınırlıdır. Bunlar intifa ve sükna haklarıdır.
b) Eşyaya Bağlı Ayni Haklar
Belirli bir gayrimenkul maliki lehine kurulan sınırlı ayni haklardır. Burada önemli olan gayrimenkuldür. İrtifakın lehine kurulduğu gayrimenkule "yararlanan", irtifakla yükümlü gayrimenkule ise "yükümlü gayrimenkul" denir. Bu sınırlı ayni hak, yararlanan gayrimenkulün ihtiyaçları dikkate alınarak kurulduğundan, o gayrimenkulün sahibi kimse sınırlı ayni hakkın sahibi de olur.
Ayni Hak Çeşitleri
Ayni hakların sayısı, tipi ve içerikleri kanunla belirlenmiştir. Ayni haklar:
- Mülkiyet hakkı
- İrtifak hakları
- Rehin hakkı
- Taşınmaz yükü
olmak üzere dört çeşittir.
a) Mülkiyet Hakkı
Sahibine eşya üzerinde en geniş hakimiyeti veren haktır. Tam ayni haktır. Roma hukukundan günümüze kadar kullanılmıştır. Türk hukukunda mülkiyetten başka tam ayni hak yoktur.
b) İrtifak Hakları
Bu haklar sahibine eşya üzerinde ya yalnız kullanma, ya yalnız yararlanma ya da hem kullanma hem yararlanma yetkisi verir. Bu haklar çoğu zaman sahibine başkasının taşınmazı üzerinde yararlanma yetkisi verir.
Kanun koyucu sınırlı ayni hakları, malikine eşya üzerindeki hakların hepsini değil sınırlı kısmını veren haklar olarak düzenlemiştir. İrtifak hakkı, taşınmaz yükü ve rehin hakkı, sınırlı ayni haklardır. Kanun koyucu sınırlı ayni hakları düzenlerken içerikleri ve süreleri arasında bir denge kurarak düzenlemiştir. İrtifak hakkının sahibine sağladığı yarar ne kadar az ise süresi de o kadar uzun, ya da sağladığı yarar ne kadar geniş ise süresi de o kadar kısa tutulmuştur.
Sağladığı yararlanmanın şekli bakımından irtifak hakları olumlu, olumsuz ve karma irtifak hakları olmak üzere üçe ayrılır. Olumlu irtifak haklarında hak sahibinin eşyadan yararlanması aktif bir faaliyette bulunmak suretiyle gerçekleşir. Eğer taşınmaz malikinin kendisine tanınan bazı yetkileri kullanmaması şeklinde gerçekleşiyorsa, bu da olumsuz bir irtifak hakkıdır. Olumlu irtifak hakkında malike düşen yükümlülük kendisine ait eşyanın başkası tarafından kullanılmasına katlanmak, olumsuz irtifak hakkında ise kendisine tanınan yetkileri kullanmaktan kaçınmaktır.
İrtifak hakları, el değiştirip değiştirmemelerine göre şahsa bağlı veya eşyaya bağlı irtifak hakkı olarak ikiye ayrılır. Şahsa bağlı irtifak hakları, düzenli, düzensiz ve diğer irtifak hakları olmak üzere üçe ayrılır. Düzenli irtifaklar başkasına devredilemezler. Düzensiz irtifaklar başkalarına devredilebilir. Diğer irtifak hakları ise aksi kararlaştırılmadıkça başkalarına devredilemezler (MK 838).
c) Rehin Hakları
Rehin hakkı, sahibine (alacaklıya) rehin konusu şeyi, alacağı ödenmediği takdirde sattırarak alacağını elde etme yetkisi verir. Kanun koyucu rehin haklarını ikili ayrım yaparak düzenlemiştir.
Kanun koyucu taşınmaz rehnini esas almıştır. Taşınmaz rehninde ipotekli borç senedi ve irat senedi uygulama alanı bulmaz. Taşınır rehni teslim şartlı ve teslim şartı olmaksızın olmak üzere iki şekilde düzenlenmiştir. MK 939'da rehin konusu eşyanın alacaklıya devri ile rehnin kurulacağı düzenlenmiştir. Bu durum, taşınır malların bazılarında kurulan rehin hakkında problem çıkarabilir. Örneğin hayvan rehninde kredi alındığında, normal şartlarda rehin alınan hayvanların kredi alınan bankaya bırakılması gerekir. Kanun koyucu bu gibi zorlukları dikkate alarak, bunların bir sicile kaydedilmesi yoluyla, rehin edilmiş saymıştır (MK 940/2).
d) Taşınmaz Yükü
Taşınmaz yükünde, gayrimenkulden elde edilecek semerelere hak sahibine bazı edimlerde bulunulmasını isteme ve bu edimler yerine getirilmediğinde hak sahibine yükümlüye gayrimenkulü paraya çevirterek kıymetinden alacağını tahsil etme yetkisi verir. Örnek; A, B lehine su yollarının bakımını üstleniyor. A, su yollarının bakımını yapmadığı zaman B, A'nın taşınmazının satılarak zararının giderilmesini isteyebilir. Bu mecburiyet A'nın taşınmazını alana da geçer. Çünkü bu, eşyaya bağlı bir borçtur.
Konularına Göre Ayni Haklar
a) Konusu Eşya Olan Ayni Haklar
Ayni haklar menkul ve gayrimenkul esasına göre düzenlenmiştir. Bu ayrımın başlıca hukuki sonuçları vardır. İlk olarak, menkullerde aleniyet zilyetlikle, gayrimenkullerde ise tapu sicili ile sağlanır. Menkullerde ayni hakkın kazanılması zilyetliğin tesisi, gayrimenkullerde ise tapu siciline tescil ile olur. Menkul davası sadece menkuller için açılır. Gayrimenkullerde benzeri bir dava açılamaz.
b) Konusu Eşya Olmayan Ayni Haklar
Örnek; alacak hakkı üzerinde kurulan rehin hakkı, tereke üzerinde kurulan intifa hakkı, elektrik enerjisinde kurulan mülkiyet hakkı gibi.
Hak Sahibinin Tayinine Göre Ayni Haklar
a) Şahsa Bağlı Ayni Haklar
Şahsa bağlı ayni haklar, belirli bir kimsenin lehine kurulan irtifaklar veya taşınmaz yükünden ibarettir. Bu haklar belirli bir süre ile veya lehine kurulduğu şahsın ömrüyle sınırlıdır. Bunlar intifa ve sükna haklarıdır.
b) Eşyaya Bağlı Ayni Haklar
Belirli bir gayrimenkul maliki lehine kurulan sınırlı ayni haklardır. Burada önemli olan gayrimenkuldür. İrtifakın lehine kurulduğu gayrimenkule "yararlanan", irtifakla yükümlü gayrimenkule ise "yükümlü gayrimenkul" denir. Bu sınırlı ayni hak, yararlanan gayrimenkulün ihtiyaçları dikkate alınarak kurulduğundan, o gayrimenkulün sahibi kimse sınırlı ayni hakkın sahibi de olur.
Eşya Hukuku Notları - 2
(Bu notun öncesindeki notu okumak için tıklayınız: Eşya Hukuku Notları - 1)
a) Menkul (taşınır) eşya - gayrimenkul (taşınmaz) eşya
Bu ayrım en temel ayrımdır. Bu ayrım, eşyanın bir yerden başka bir yere özüne bir zarar gelmeden taşınabilir olup olmamasına göre yapılan bir ayrımdır. Menkul eşyanın satımı çok kolayken, değeri az olsa dahi gayrimenkul eşyanın satımı çok zordur.
b) Basit eşya - birleşik eşya - eşya topluluğu
Dışarıdan hiçbir ekleme olmaksızın kendiliğinden var olan eşya basit eşyadır. Birden çok eşyanın ayrılmaz şekilde birleştirilmesiyle oluşan eşyaya birleşik eşya denir. Bunlar bütünün ayrılmaz parçalarıdır. Birleşik eşyayı oluşturan eşyalar birbirlerinden ayrıldığında basit eşya olurlar.
Birlikte eşya, tek başına olması hiçbir anlam ifade etmeyen, birleştiklerinde anlam ifade eden eşyadır (Bir damla zeytinyağı gibi). Birlikte eşyada, eşyanın unsurları bağımsız olduklarında niteliklerini korudukları halde, ortak bir gaye için bir arada bulunurlar. İşte ortak gaye için bir arada bulunan böyle eşya topluluklarına birlikte eşya denir (Para koleksiyonundaki paralar gibi).
Fiili birliktelikler, ortak bir ekonomik amaca tahsisleri dolayısıyla birlik teşkil eden birden çok ayrı eşyadan meydana gelir. Amaç kolaylığı sağlamaktır (Kütüphane dolusu kitaplarda olduğu gibi).
c) Misli eşya - gayrimisli eşya
Misli eşya, sayma, tartma ve ölçme ile belirlenen ve benzeri sağlanabilen eşyadır (Buğday, şarap gibi). Gayrimisli eşya ise ferden belirlenen eşyadır (bir tablo, belirli marka ve model bir araba gibi). Misli eşya daha çok cins borcunun konusudur. Gayrimisli eşya ise parça borcunun konusudur. Bazen misli eşya parça borcunun konusu olabileceği gibi, gayrimisli eşya da cins borcunun konusu olabilmektedir.
d) Tüketime tabi olan eşya - tüketime tabi olmayan eşya
Tüketime tabi eşya, kendisinden istifade tüketim suretiyle sağlanan eşyadır. Giyecek, içecek ve yiyecek eşyaları böyledir. Ayrıca elden çıkarmak suretiyle de tüketim söz konusu olabilir.
Özellikle intifa ve vedia akdinde tüketime tabi olup olmama ayrımı önemlidir. İntifa konusu eşya tüketime tabi eşya ise intifa hakkının kurulması ile mülkiyeti intifa hakkı sahibine geçer. Vedia akdinde, emanet alan, iade yükümlülüğünü yerine getirmezse, emanet alana (vedia alana) tevdi edilen şey, tüketime tabi olmayan bir şeyse vedia alan onu emanetle yükümlüdür. Buna karşılık tüketime tabi bir şeyse, emanet alan onu aynen değil, misli olan bir eşyayı iade ederek bu yükümlülüğünden kurtulabilir. Vedia akdinin bu türüne usulsüz tevdi denir.
e) Bölünebilen eşya - bölünemeyen eşya
Parçalara ayrıldığında ekonomik değeri önemli ölçüde azalan eşyaya bölünemeyen eşya denir. Örneğin bir atı parçalara ayırıp sattığınızda, ekonomik değeri önemli ölçüde düşer.
f) Özel mülk konusu olabilen eşya - özel mülk konusu olamayan eşya
Kamu hukuku bazı eşyaları özel mülk olmaktan çıkarmış olabilir. Parklar, meydanlar, yollar, köprüler gibi kamunun yararlanması için tahsis edilen kamu malları özel mülkün konusunu oluşturamazlar. Bir eşyanın özel mülke konu olup olmaması zamanaşımıyla iktisapta önemlidir. Bir şeyin zamanaşımıyla iktisap edilebilmesi için o şeyin fertler tarafından mülk edinmeye elverişli olması gerekir. Bu tür kamu malları uzun süre zilyetlikte tutulsalar bile zamanaşımıyla iktisap edilemezler.
g) Sahipli eşya - sahipsiz eşya
h) Nev'en muayyen eşya - ferden muayyen eşya
Ayni hak sahibi bir kişi aracı olmadan ayni hakkı kullanır. Bu hakimiyet münhasır yetkidir. Tekel niteliğindedir. Kişiye başkalarına karşı bu hakkı önesürebilme yetkisi verir.
(Bu notun sonrasındaki notu okumak için tıklayınız: Eşya Hukuku Notları - 3)
Eşya Çeşitleri
a) Menkul (taşınır) eşya - gayrimenkul (taşınmaz) eşya
Bu ayrım en temel ayrımdır. Bu ayrım, eşyanın bir yerden başka bir yere özüne bir zarar gelmeden taşınabilir olup olmamasına göre yapılan bir ayrımdır. Menkul eşyanın satımı çok kolayken, değeri az olsa dahi gayrimenkul eşyanın satımı çok zordur.
b) Basit eşya - birleşik eşya - eşya topluluğu
Dışarıdan hiçbir ekleme olmaksızın kendiliğinden var olan eşya basit eşyadır. Birden çok eşyanın ayrılmaz şekilde birleştirilmesiyle oluşan eşyaya birleşik eşya denir. Bunlar bütünün ayrılmaz parçalarıdır. Birleşik eşyayı oluşturan eşyalar birbirlerinden ayrıldığında basit eşya olurlar.
Birlikte eşya, tek başına olması hiçbir anlam ifade etmeyen, birleştiklerinde anlam ifade eden eşyadır (Bir damla zeytinyağı gibi). Birlikte eşyada, eşyanın unsurları bağımsız olduklarında niteliklerini korudukları halde, ortak bir gaye için bir arada bulunurlar. İşte ortak gaye için bir arada bulunan böyle eşya topluluklarına birlikte eşya denir (Para koleksiyonundaki paralar gibi).
Fiili birliktelikler, ortak bir ekonomik amaca tahsisleri dolayısıyla birlik teşkil eden birden çok ayrı eşyadan meydana gelir. Amaç kolaylığı sağlamaktır (Kütüphane dolusu kitaplarda olduğu gibi).
c) Misli eşya - gayrimisli eşya
Misli eşya, sayma, tartma ve ölçme ile belirlenen ve benzeri sağlanabilen eşyadır (Buğday, şarap gibi). Gayrimisli eşya ise ferden belirlenen eşyadır (bir tablo, belirli marka ve model bir araba gibi). Misli eşya daha çok cins borcunun konusudur. Gayrimisli eşya ise parça borcunun konusudur. Bazen misli eşya parça borcunun konusu olabileceği gibi, gayrimisli eşya da cins borcunun konusu olabilmektedir.
d) Tüketime tabi olan eşya - tüketime tabi olmayan eşya
Tüketime tabi eşya, kendisinden istifade tüketim suretiyle sağlanan eşyadır. Giyecek, içecek ve yiyecek eşyaları böyledir. Ayrıca elden çıkarmak suretiyle de tüketim söz konusu olabilir.
Özellikle intifa ve vedia akdinde tüketime tabi olup olmama ayrımı önemlidir. İntifa konusu eşya tüketime tabi eşya ise intifa hakkının kurulması ile mülkiyeti intifa hakkı sahibine geçer. Vedia akdinde, emanet alan, iade yükümlülüğünü yerine getirmezse, emanet alana (vedia alana) tevdi edilen şey, tüketime tabi olmayan bir şeyse vedia alan onu emanetle yükümlüdür. Buna karşılık tüketime tabi bir şeyse, emanet alan onu aynen değil, misli olan bir eşyayı iade ederek bu yükümlülüğünden kurtulabilir. Vedia akdinin bu türüne usulsüz tevdi denir.
e) Bölünebilen eşya - bölünemeyen eşya
Parçalara ayrıldığında ekonomik değeri önemli ölçüde azalan eşyaya bölünemeyen eşya denir. Örneğin bir atı parçalara ayırıp sattığınızda, ekonomik değeri önemli ölçüde düşer.
f) Özel mülk konusu olabilen eşya - özel mülk konusu olamayan eşya
Kamu hukuku bazı eşyaları özel mülk olmaktan çıkarmış olabilir. Parklar, meydanlar, yollar, köprüler gibi kamunun yararlanması için tahsis edilen kamu malları özel mülkün konusunu oluşturamazlar. Bir eşyanın özel mülke konu olup olmaması zamanaşımıyla iktisapta önemlidir. Bir şeyin zamanaşımıyla iktisap edilebilmesi için o şeyin fertler tarafından mülk edinmeye elverişli olması gerekir. Bu tür kamu malları uzun süre zilyetlikte tutulsalar bile zamanaşımıyla iktisap edilemezler.
g) Sahipli eşya - sahipsiz eşya
h) Nev'en muayyen eşya - ferden muayyen eşya
Eşya Üzerinde Doğrudan Hakimiyet
Ayni hak sahibi bir kişi aracı olmadan ayni hakkı kullanır. Bu hakimiyet münhasır yetkidir. Tekel niteliğindedir. Kişiye başkalarına karşı bu hakkı önesürebilme yetkisi verir.
(Bu notun sonrasındaki notu okumak için tıklayınız: Eşya Hukuku Notları - 3)
26 Eylül 2017 Salı
Eşya Hukuku Notları - 1
Türk hukukunda insan ile eşya arasında süjelik ilişkisi değil bir hakimiyet ilişkisi vardır. Kişilerle eşya arasındaki hakimiyeti düzenleyen hukuk dalına eşya hukuku denir. Kişilerin eşya üzerindeki hakimiyeti bir hakka dayanabileceği gibi, bir hakka dayanmayabilir de. Eğer hakimiyet ilişkisi bir hakka dayanmıyorsa buna zilyetlik denir. Fakat bu hakimiyet ilişkisi bir hakka dayanıyorsa mülkiyet hakkı veya sınırlı ayni haktır.
Türk Medeni Kanunu, bu hakimiyet ilişkisini mümkün olduğu kadar bir karineye bağlamıştır. Çünkü hakimiyet ilişkisinin aleniyete ihtiyacı vardır. Bu hakimiyet ilişkisini sağlayan şey menkullerde (taşınırlarda) zilyetliktir. Zilyetlik olmadan hakimiyet ilişkisini anlamak mümkün değildir. Zilyetlik, insanın eşya üzerindeki hakimiyetini dışa yansıtır. Ancak taşınmazlarda zilyetlik bu aleniyet fonksiyonunu yeterince sağlamaz. Bu aleniyet fonksiyonunu taşınmazlarda tapu sicili sağlar. Türk Hukuk Sistemi'nde tapu sicili yer alır.
Eşya hukuku, Türk Medeni Kanunu ve Anayasa'da düzenlenmiştir. Türk Medeni Kanunu, eşya hukukunun esas kaynağını oluşturur. Medeni Kanun'da ayni haklar, sahibine sağladığı yetkiler ve onların tezahür şekilleri dikkate alınarak üç kısımda düzenlenmiştir. İlk kısmın konusu, eşya üzerindeki en geniş yetkiyi sağlayan mülkiyet hakkı; ikinci kısmın konusu ise sınırlı yetki sağlayan sınırlı ayni haklardır. Üçüncü kısımda ise zilyetlik ve tapu sicili düzenlenmiştir. Bu ayrıma şeklî eşya hukuku da denir.
Eşya hukukunun ikinci kaynağını ise çeşitli kanunlar ve kanuni düzenlemeler oluşturur:
- 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu
- 2644 sayılı Tapu Kanunu
- 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun
- 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu
- 1512 sayılı Noterlik Kanunu
- 3194 sayılı İmar Kanunu
- Tapu Sicili Tüzüğü
- 6750 sayılı Ticari İşlemlerde Taşınır Rehni Kanunu
- 3621 sayılı Kıyı Kanunu
Üçüncü kaynağı içtihatlar oluşturur. İçtihatlar, mahkeme kararlarıdır. Özellikle 27.02.2007 tarihli içtihadı birleştirme kararı önemlidir.
Dördüncü kaynak, doktrindir.
Bir kimsenin sahip olduğu hak ve borçların tümü, ekonomik bir değer ifade edip etmemesine göre ikiye ayrılır. Ekonomik değer ifade edenler malvarlığını, ekonomik değer ifade etmeyenler ise şahıs varlığını oluşturur. Malvarlığı ise aktif ve pasif olarak ikiye ayrılır. Hayatta olan her bireyin malvarlığı vardır. Yeni doğmuş çıplak bir bebeğin dahi malvarlığı vardır (MK m. 366). Ayni hakları kural olarak parasal değeri olan varlıklar oluşturur. Ama mutlaka parasal değeri olması şart değildir. Manevi değeri olan eşyalar da oluşturabilir.
Bir eşya üzerindeki doğrudan hakimiyeti sağlayan ve herkese karşı ileri sürülebilen haklardır. Ayni hakların ne olduğu konusunda çeşitli görüşler vardır. Birinci görüş klasik görüştür. Bu görüşe göre, ayni hak, konusu olan eşya üzerinde sahibine doğrudan hakimiyet hakkı veren haktır. İkinci görüş şahısçı görüştür. Buna göre ayni hak, bir eşya üzerinde herkese karşı öne sürülebilen haktır. Sahibine eşya üzerinde bir hakimiyet bahşetmediği gibi eşya da hakkın pasif süjesi değildir. Üçüncü görüş, teklifçi (modern) görüştür. İlk iki görüşü birleştirir. Ayni hakkın sahibine hakimiyet sağlaması onun iç muhtevasını, herkese karşı ileri sürülebilmesi ise onun dış muhtevasını oluşturur.
Ayni hakkın birinci unsuru eşyadır. Her hukuk düzeni kendi ihtiyaçlarına göre eşyayı farklı tanımlamıştır. Peki bir şeyin eşya olabilmesi için hangi unsurları taşıması gerekir?
- Cismani (maddi) bir varlığa sahip olması gerekir.
- Cismani varlığa sahip olan şey belirli olmalıdır.
- Cismani varlığa sahip olan şey mülk edinmeye elverişli olmalıdır.
- Cismani varlığa sahip olan şey şahsi olmamalıdır.
Eşya, ekonomik değeri bulunsun veya bulunmasın, üzerinde hakimiyet kurulabilen, kişisel değeri olmayan, cismani varlıklardır.
A. Haklar
1) Bağımsız ve sürekli haklar
2) Diğer haklar
B. Malvarlığı
C. Tabi kuvvetler
(Bu notun sonrasındaki notu okumak için tıklayınız: Eşya Hukuku Notları - 2)
Türk Medeni Kanunu, bu hakimiyet ilişkisini mümkün olduğu kadar bir karineye bağlamıştır. Çünkü hakimiyet ilişkisinin aleniyete ihtiyacı vardır. Bu hakimiyet ilişkisini sağlayan şey menkullerde (taşınırlarda) zilyetliktir. Zilyetlik olmadan hakimiyet ilişkisini anlamak mümkün değildir. Zilyetlik, insanın eşya üzerindeki hakimiyetini dışa yansıtır. Ancak taşınmazlarda zilyetlik bu aleniyet fonksiyonunu yeterince sağlamaz. Bu aleniyet fonksiyonunu taşınmazlarda tapu sicili sağlar. Türk Hukuk Sistemi'nde tapu sicili yer alır.
Eşya hukuku, Türk Medeni Kanunu ve Anayasa'da düzenlenmiştir. Türk Medeni Kanunu, eşya hukukunun esas kaynağını oluşturur. Medeni Kanun'da ayni haklar, sahibine sağladığı yetkiler ve onların tezahür şekilleri dikkate alınarak üç kısımda düzenlenmiştir. İlk kısmın konusu, eşya üzerindeki en geniş yetkiyi sağlayan mülkiyet hakkı; ikinci kısmın konusu ise sınırlı yetki sağlayan sınırlı ayni haklardır. Üçüncü kısımda ise zilyetlik ve tapu sicili düzenlenmiştir. Bu ayrıma şeklî eşya hukuku da denir.
Eşya hukukunun ikinci kaynağını ise çeşitli kanunlar ve kanuni düzenlemeler oluşturur:
- 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu
- 2644 sayılı Tapu Kanunu
- 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun
- 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu
- 1512 sayılı Noterlik Kanunu
- 3194 sayılı İmar Kanunu
- Tapu Sicili Tüzüğü
- 6750 sayılı Ticari İşlemlerde Taşınır Rehni Kanunu
- 3621 sayılı Kıyı Kanunu
Üçüncü kaynağı içtihatlar oluşturur. İçtihatlar, mahkeme kararlarıdır. Özellikle 27.02.2007 tarihli içtihadı birleştirme kararı önemlidir.
Dördüncü kaynak, doktrindir.
Malvarlığı Hakları İçerisinde Ayni Hakların Yeri
Bir kimsenin sahip olduğu hak ve borçların tümü, ekonomik bir değer ifade edip etmemesine göre ikiye ayrılır. Ekonomik değer ifade edenler malvarlığını, ekonomik değer ifade etmeyenler ise şahıs varlığını oluşturur. Malvarlığı ise aktif ve pasif olarak ikiye ayrılır. Hayatta olan her bireyin malvarlığı vardır. Yeni doğmuş çıplak bir bebeğin dahi malvarlığı vardır (MK m. 366). Ayni hakları kural olarak parasal değeri olan varlıklar oluşturur. Ama mutlaka parasal değeri olması şart değildir. Manevi değeri olan eşyalar da oluşturabilir.
Ayni Hak Nedir?
Bir eşya üzerindeki doğrudan hakimiyeti sağlayan ve herkese karşı ileri sürülebilen haklardır. Ayni hakların ne olduğu konusunda çeşitli görüşler vardır. Birinci görüş klasik görüştür. Bu görüşe göre, ayni hak, konusu olan eşya üzerinde sahibine doğrudan hakimiyet hakkı veren haktır. İkinci görüş şahısçı görüştür. Buna göre ayni hak, bir eşya üzerinde herkese karşı öne sürülebilen haktır. Sahibine eşya üzerinde bir hakimiyet bahşetmediği gibi eşya da hakkın pasif süjesi değildir. Üçüncü görüş, teklifçi (modern) görüştür. İlk iki görüşü birleştirir. Ayni hakkın sahibine hakimiyet sağlaması onun iç muhtevasını, herkese karşı ileri sürülebilmesi ise onun dış muhtevasını oluşturur.
Ayni Hakkın Unsurları Nelerdir?
Ayni hakkın birinci unsuru eşyadır. Her hukuk düzeni kendi ihtiyaçlarına göre eşyayı farklı tanımlamıştır. Peki bir şeyin eşya olabilmesi için hangi unsurları taşıması gerekir?
- Cismani (maddi) bir varlığa sahip olması gerekir.
- Cismani varlığa sahip olan şey belirli olmalıdır.
- Cismani varlığa sahip olan şey mülk edinmeye elverişli olmalıdır.
- Cismani varlığa sahip olan şey şahsi olmamalıdır.
Eşya, ekonomik değeri bulunsun veya bulunmasın, üzerinde hakimiyet kurulabilen, kişisel değeri olmayan, cismani varlıklardır.
Eşya Kavramına Girmeyen Ayni Hak Konuları
A. Haklar
1) Bağımsız ve sürekli haklar
2) Diğer haklar
B. Malvarlığı
C. Tabi kuvvetler
(Bu notun sonrasındaki notu okumak için tıklayınız: Eşya Hukuku Notları - 2)
25 Eylül 2017 Pazartesi
Ceza Hukuku Notları - 1
Bu sayfada on adet ceza hukuku önermesini ve doğru olup olmadıklarını ve cevaplarını bulacaksınız.
01) Aşağıdaki önerme yanlıştır.
01) Aşağıdaki önerme yanlıştır.
“Açık ceza normlarında normun yaptırım kısmı eksiktir.”
Açık
ceza normları, tam olmayan hükümlerden farklıdır. Açık ceza normlarında
müeyyide belirlenmiştir. Buna karşılık kural, örneğin bir konuda yetkili
makamlar tarafından çıkarılacak özel ve genel nitelikteki emir veya tedbirlere
uymanın hükme bağlandığı hallerde olduğu gibi, gelecekteki bir unsurla
tanımlanır.
02) Aşağıdaki
önerme yanlıştır.
“Ahmet, Ali’nin üzerine atılarak onu yumruklamış ve ardından kendiliğinden vazgeçerek arkasını dönmüş ve olay yerinden uzaklaşmaya başlamıştır. Ardından yerden kalkan ve kendisini toparlayan Ali, Ahmet’e yetişerek yüzüne iki yumruk atmıştır. Olayda Ali hakkında meşru savunmada sınırın aşılması hakkındaki hükümler uygulama alanı bulacaktır.”
Meşru
savunmadan söz edebilmek için çeşitli kurallar vardır. Bunlardan olayımızla
ilgili olan “savunma zorunlu olmalıdır” ilkesi (şartı) gerçekleşmediği için
burada meşru savunma değil, olsa olsa haksız tahrik söz konusu olur.
03) Aşağıdaki
önerme doğrudur.
“Ancak belli niteliğe sahip kişiler tarafından işlenebilen suçlar, özgü suç olarak adlandırılır.”
Kanunlarda
öngörülen suçların büyük bir çoğunluğu herhangi bir insan tarafından
işlenebilirken bazı suçlar ancak belli kişiler tarafından işlenebilmektedir.
Kanun bazı hallerde suçun varlığı için failin belirli bir hukuki veya fiili
durumda bulunmasını şart koşmaktadır. Herkes tarafından işlenemeyen bu suçlara
özgü suç adı verilir.
04) Aşağıdaki
önerme yanlıştır.
“Anti sosyal nitelikteki fiiller, kanunda açıkça düzenlenmemiş olsalar bile cezalandırılabilirler.”
TCK
m. 2’de “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve
güvenlik tedbiri uygulanamaz” ve TCK m. 7’de ele alınan düzenlemelerde biçimsel
kanunilik ilkesinin benimsendiği görülür. Biçimsel kanunilik ilkesinin iki
temel sonucundan biri de anti sosyal olsalar bile kanunun açıkça suç saymadığı
hareketlerin cezalandırılamaz olmasıdır.
05) Aşağıdaki
önerme yanlıştır.
“Aynı kişinin bir suçun hem faili hem de mağduru olması mümkündür.”
Pasif
süje veya mağdur, suçu oluşturan fiilden doğrudan saldırıya uğrayan kimse veya
kimselerdir. Ceza hukuku anlamında hukuka aykırı fiili işleyen kimse suçun
failidir. Fail ve mağdur sıfatı hiçbir şekilde aynı kişi olamaz. Örneğin
askerliğe gitmemek için kolunu kesen kişi suçun faili, devlet ise suçun
mağdurudur.
06) Aşağıdaki
önerme doğrudur.
“Biçimsel açıdan suçu, ceza müeyyidesi gerektiren fiil olarak tanımlamak mümkündür.”
Suçun
biçimsel anlayışı, kaynağını ceza kanunundan alır. Ceza kanunu ile suç arasında
çözülmesi mümkün olmayan bir bağ vardır. Çünkü suç, ceza kanununun ihlalinden
ibarettir. Suç genel olarak, hukuk düzeninin ceza tehdidi ile yasakladığı bir
fiil olarak tanımlanır.
07) Aşağıdaki
önerme yanlıştır.
“Bulgaristan vatandaşı olan B’nin Alman vatandaşı olan A’yı Bulgaristan’da, öldürmek amacıyla yaralaması ve A’nın tedavi altına alındığı Edirne Devlet Hastanesi’nde bu yaralama sonucu ölmesi halinde suç Bulgaristan’da işlenmiş sayılır ve olaya Türk kanunlarının uygulanmaması gerekir. “
Failin
ya da mağdurun uyrukluğuna bakılmaksızın
suç nerede işlenmiş ise o yerin ceza yasasının uygulanmasını ifade eden
ilkeye ülkesellik ilkesi denir. Türkiye’de işlenen suçlar bakımından ülkesellik
ilkesi benimsenmiştir. Türkiye’de işlenen suçlar hakkında Türk kanunları
uygulanır. Hareketin kısmen ya da tamamen Türkiye’de yapılması veya sonucun
Türkiye’de gerçekleşmesi durumunda suç, Türkiye’de işlenmiş sayılır (TCK 8/1).
08) Aşağıdaki
önerme doğrudur.
“Ceza hukukunda kanunilik ilkesinin sağladığı önemli güvencelerden biri de yargıcın keyfiliğini önlemektir.”
Ceza
kanununda kanunilik ilkesinden dolayı, yargıç önüne gelen davada yorum, kıyas
dahi yapamaz (TCK m. 2/3).
09) Aşağıdaki önerme yanlıştır.
09) Aşağıdaki önerme yanlıştır.
“Ceza hukukunda kıyas yasağı hukuka uygunluk nedenlerini de kapsar.”
Suç
ve ceza içeren hükümlerin uygulanmasında ve yorumlanmasında kıyas, mutlak
olarak yasaktır. Kıyasın lehe veya aleyhe olması, bu bakımdan önemli değildir. Ancak
suç ve ceza içermeyen hükümler yönünden lehte kıyas yapılması mümkündür.
Örneğin, hukuka uygunluk nedenleri, kusurluluğu kaldıran ya da azaltan nedenler
bakımından lehte kıyas yapılması mümkündür.
10) Aşağıdaki
önerme, bir görüşe göre yanlıştır.
“Doğalcı anlayışa göre her suçun bir sonucunun olması gerekir.”
Nevzat
Toroslu’nun Ocak 2008 tarihli Ceza Hukuku Genel Kısım kitabının 121. sayfası
dikkate alındığında, “sonucun doğalcı anlayışı esas alındığında, bunun her
suçta daima bulunması gerekli bir unsur olmadığını kabul etmek gerekecektir.
Çünkü bazı suç tiplerinin gerçekleşmesi için kanun sadece belirli bir davranışı
yeterli görmekte, ayrıca bundan dolayı dış dünyada bir değişiklik meydana
gelmesini aramamaktadır.”
(Bu notun sonrasındaki notu okumak için tıklayınız: Ceza Hukuku Notları - 2)
(Bu notun sonrasındaki notu okumak için tıklayınız: Ceza Hukuku Notları - 2)
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
